Sıcak Denizlere İnmeyi Milli “Kızılelma”sı Belleyen Rus Ayısının Tarihsel Sıcak Deniz Politikaları
Bugüne kadar hep Rusların neden sıcak denizlere inme politikası güttüğüne akıl erdiremeyenler olmuştur. Elbette burada "sıcak denizlere inme politikası" ifadesinde kastedilen "sıcak deniz" (warm seas) spesifik olarak karadeniz değildir. Esasen "sıcak" deniz'den kast edilen, denize girilecek deniz gibi bir sıcak deniz de değildir.
Sıcak denizden kasıt, kışın limanları donmayan denizdir.
Burada esas olarak Rusya'nın batıda (Baltık) ve doğuda (Vladivostok)'taki limanlarının kışın donması sebebi ile, kışın donmayan ve donanmasını/ticaret gemilerini rahatça okyanuslara çıkarabileceği liman ve üs arayışı kastedilir.
Böylece okyanuslara açılacak bir Rusya, rahatça ticaret ve sömürge yarışına girebilecekti. Fakat bu emelleri, onu başta Osmanlı olmak üzere ve tabi daha sonra sömürgeci Batı dünyasıyla karşı karşıya getirecekti.
Tarihsel olarak baktığımızda bir zamanlar Altınorda Devleti’nin nüfuzu altında ama yine bugünkü coğrafyada küçük küçük prenslikler şeklinde yaşayan Ruslar, Timurlenk Altınorda’ya son verince süratle palazlandılar ve bölgede söz sahibi oldular. Osmanlı’yla ilk münasebetleri dostane başlasa da daha sonraları iki ülke arasındaki savaşlar eksik olmadı. Zira Rusya önünde Osmanlı'yı bir engel olarak görüyordu. Engel gördüğü husus da önce Karadeniz'e hakim olmak ve ardından Akdeniz'e ve okyanuslara açılmaktı. Şimdi bu meseleyi daha detaylı ele alalım:
Rusya, coğrafi olarak kuzeyindeki buzlarla kaplı denizler ile güneyinde boğazlara ve Karadeniz’e sahip Osmanlı Devleti arasında sıkışıp kalmanın ve sıcak denizlere çıkışı olmayan bir ülke konumunda olmanın getirdiği dezavantajlarla eli kolu bağlanan bir ülke konumundaydı. Bu nedenle deniz ticareti gelişmediği gibi Rusya sömürge yarışının da dışında kalmıştır.
Osmanlılar 15. ve 16. yüzyıllarda dünyanın jandarması iken Ruslar ise III. Ivan’ın çarlığı döneminde, 15. Yüzyılın ortalarında aynı dili konuşan ve aynı sülaleden gelen büyük küçük birçok parçaya ayrılan Rus yurdunu, Rusya birliği altında toplamak için uzun süredir uğraşıyordu. III. Ivan bu siyasetini uygularken Osmanlı Devleti ile bir çatışmaya girmek hiç işine gelmiyordu. Bilakis iyi münasebetler kurmak için bu dönemde Michail Pleşçeyev ismindeki elçisini İstanbul’a göndererek, Kuzey Karadeniz limanlarında (Azak ve Kefe tarafları) serbest ticaret yapma izni istemiş, Sultan İkinci Bayezid’in bu talebi uygun bulmasıyla da ilk Osmanlı-Rus münasebetleri ticarî ilişkiler üzerinden dostane bir şekilde başlamıştı.
Rusların Varmaya Çalıştığı Milli Ülküsü: İstanbul
Ruslar, tarih boyunca İstanbul’a Konstantinopol değil hep Çargrad dediler; yani Çar’ın şehri. Bu da gösterir ki resmî olarak pek dile getirilmese de Rusların güneye inme politikalarının dayandığı temeller, esasında Boğazlara ve İstanbul’a hâkim olmaktı. Zaten Rus Çariçesi II. Katerina’nın en büyük ideali, Rusya’nın sıcak denizlere ulaşmasına bir engel olarak gördüğü Osmanlı Devleti’ni yıkmaktı. Bunun için “Grek Projesi” adı altında bir plan dahi hazırladı. Bu projeye göre, Osmanlı Devleti yıkılacak, onun yerine bir Rus prensinin idaresinde, İstanbul’un merkez olduğu bir Grek Devleti kurulacaktı. Hatta Katerina, bu maksatla yeni doğan ikinci torununa İstanbul’un kurucusu Bizans İmparatoru Konstantin’in adını vererek, onu kurulacak bu devletin başına getirmeyi dahi planlamıştı. Bir de işin üstüne sıcak denizlere inip sömürge yarışında yer alma çabası da eklenince Osmanlı Devleti ve Rusya, sıcak çatışmaların eşiğine gelmiştir.
Rusya’nın çehresini günümüze taşıyan ve Rus modernleşmesinin öncüsü kabul edilen Çar I. Petro tarafından sıcak denizlere inme düşüncesi devlet politikası haline getirilirken medeniyetin ve ilerlemenin kaynağının denizlerde saklı olduğunu düşünen Deli Petro, kuzeyden deniz yoluyla güneye, sıcak denizlere inmek, Britanya Krallığı, Hollanda, İspanya vs. örneklerinde olduğu gibi güneyin bakir topraklarının zenginliklerini St. Petersburg başta olmak üzere Rus şehirlerine taşıyarak ülkesini güçlendirmek yani düvel-i muazzama arasına girmek istiyordu. Bu uğurda teorik alt yapıyı oluşturmakla kalmayıp işi fiiliyata da döken I. Petro, Rusya tarihinin en büyük kadırgalarına sahip donanmasını kurdurmuştu. Zaman zaman bu amacını gerçekleştirmeye çok yaklaşan Rusya, karşısında sömürgecilik pastasında ortak olmayı düşündüğü diğer devletleri bulmuştu.
18. yüzyılın başlarında tahta çıkan Çar I. Petro’dan itibaren sıcak denizlere çıkmak ve dünya hakimiyetini eline geçirmek politikasını prensip edinen Rusya, kendisine yayılma alanı olarak Osmanlı coğrafyasını seçmiştir. Boğazları ele geçirerek Karadeniz’e hakim olmak isteyen Rusya bu amacını gerçekleştirebilmek için çaba sarfetmiştir. Zaman zaman bu amacını gerçekleştirmeye çok yaklaşan Rusya, karşısında menfaatleri gereğince Osmanlı Devleti’ni destekleyen İngiltere ve Fransa’yı bulmuştur. Yaklaşık iki asır boyunca bu amacını gerçekleştiremeyen Rusya, sömürge ve nüfuz yarışından geri kalmamak için Avrupa kıtasında da söz sahibi olma çabasından vazgeçmemiş, bunun için de Osmanlı ve Avusturya-Macaristan imparatorluklarına bağlı milletleri, ama en başta da Slav ve Ortodoks asıllı halkları milliyetçilik silahını kullanarak kışkırtma gayretinde olmuştur. Panslavizm adını verdiği politikalarla bağımsız olacak devletleri kendi nüfuzu altına almayı amaçlamıştır.
Bütün bunlar olurken Baltık Denizi'ni dolanıp Cebelitarık Boğazı üzerinden Akdeniz'e giriş yaparak Ege Denizi'ne kadar gelen Rus donanması, 1770’te Çeşme Navarin Baskını'nı gerçekleştirerek Osmanlı donanmasını imha etmiştir. Bu hadise, Rusların Akdeniz'e ilk defa inişi olarak tarihe geçmiştir. Bu olaydan sonra Osmanlı için Akdeniz'de önemli bir liman olan Antalya kentini gözüne kestiren Rusların dünya hegemonyası planlarına göre, Antalya Rusların olduğu zaman, evrensel alanda mutlak bir Rus hegemonyası tesis edilebilecektir.
Mutlak dünya egemenliği açısından Antalya kentini kendi kızıl elması olarak ele geçirilmesi gereken bir hedef olarak önüne koyan Rus yayılmacılığı, on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde Kafkasya ve Balkanlar bölgelerinde ilerlemeye başlamış ve bu alanlar üzerinden Osmanlı devletinin merkezi bölgesi olan Anadolu yarımadasını ele geçirme doğrultusunda ilerleyerek, Osmanlıların Kars, Ardahan ve Batum kentlerini ele geçirerek Van gölü kıyılarına inmiştir. Kırım yarımadasını ele geçirdikten sonra doğuda Kafkasya’ya, batıda Balkanlara doğru yürüyüşe geçen Rus orduları, İstanbul kentinin yanı başındaki Yeşilköy’e kadar gelerek Osmanlının başkentini ele geçirme aşamasına gelmişlerdir. Aynı dönemde Kafkaslar üzerinden Kars, Ardahan ve Batum’u ele geçirerek Anadolu topraklarına ayak basan Rus orduları, merkezi devlet olarak Osmanlı İmparatorluğu'nu tarih sahnesinden silmeye yönelmiştir. Kuzey bölgesine hapsedilmekten bıkan Ruslar, Kırım savaşı sonrasında Balkanlar ve Kafkaslar’da özgürce yayılırken, İngiliz ve Fransızların desteği ile toparlanmaya çalışan Osmanlılar, toparlanarak bağımsız devlet olma statüsünü sürdürmek istemişler ama bu konuda yeterince etkin bir sonuç elde edemeyince, kuzey bölgesinin devi olan Rusya’nın sıcak denizlere doğru yürüyüşü devam etmiştir. Avrupa’nın ortasından Asya’nın ortalarına kadar uzayıp giden bir merkezi coğrafya üzerinde İpek Yolu ile dünya ticaret yollarının güvenliğini sağlayamaya çalışan Osmanlılar, Rusların büyük ilerlemesi karşısında sürüklendikleri savaşları sürekli olarak yitirerek, merkezi alanda yeniden bir siyasal boşluğun doğmasına meydan vermişlerdir.
1915 yılına gelindiğinde Çanakkale'de gerçekleşen başarılı Türk direnişi, sadece İstanbul’u düşme riskinden kurtarmakla kalmamış ve aynı zamanda Rusların müttefiklerinden yardım alabilme ihtimalini de suya düşürmüştür. Hal böyle olunca da Rusya ekonomik ve siyasi bunalımdan kurtulamamış ve Çarlık yönetimine karşı halk isyanı patlak vermiş ve bu isyana liderlik eden Bolşeviklerin Kızıl Ordu'su, Çarlık rejiminin Beyaz Ordu’sunu mağlup ederek Rus saltanatına son vermiş ve böylece Sovyet Rusyası tarih sahnesine çıkmıştır. Sovyet Rusyası Batı dünyasının gizlice yaptığı dünyayı paylaşma planlarını deşifre etmeye başlamış ve böylece komünist rejime mazlum milletlerden destek sağlamayı amaçlamıştır. Bundan dolayı Anadolu'daki Milli Mücadele’den Afganistan’da ve Hindistan'da İngilizlere karşı direnişlere kadar dünyadaki Batı karşıtı kurtuluş hareketleriyle bağ kurmaya çalışarak buralara komünist rejimi ihraç etmeye, böylelikle oralarda elde edeceği nüfuz ile okyanus bölgelerinde Batı dünyasının karşısına çıkmayı amaçlamıştır. Bu doğrultuda Sovyet lideri Vladimir Lenin, ikinci enternasyonelin bir toplantısında, Anadolu’da yürütülen ulusal kurtuluş savaşının bir sosyalist hareket olmadığını ama antiemperyalist bir öze sahip olduğu için, batılı emperyalistlerin merkezi alanı işgal etmesine karşı bir mücadele olduğunu belirleyerek, Sovyetler Birliği’nin bu antiemperyalist ulusal kurtuluş savaşına destek vermesini sağlamıştır. Başta Buharalı Müslümanlar olmak üzere Rusya'da yaşayan Müslüman halkların kendi aralarında topladıkları maddi yardımın, Ankara hükümetinin eline geçmesini gerçekleştiren Sovyet yönetimi, batı emperyalizminin Orta Doğu’da yayılmasına karşı Ankara hükümeti ile yakın işbirliği içine girmiştir. Bu aşamada birçok Rus temsilcisi Atatürk Türkiye’sine gelerek, bu sıcak deniz ülkesi ile yakınlık kurma çabası içerisinde olmuşlardır. Bakü Kurultayından gelen işbirliği süreci, batı emperyalizmine karşı devam ettirilmiş ama Atatürk’ün öldüğü gün, yeni yönetim Atlantik güçleri ile gizli ittifaklar imzalayarak, Rusların Bakü kurultayı üzerinden Akdeniz’e inen bir emperyalizme yönelmesinin önünü kesmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan konjonktür, Sovyet Rusya’ya yayılabilmesi için yeni bir fırsat tanımıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında meydana gelen olaylar, Sovyet yayılmacılığının önünü açmış, Sovyet Rusya ise eline geçen bu fırsatı değerlendirmek istemiştir. Almanları kovalarken girdiği Avrupa içlerinden çekilmek istememiş ve uluslararası ortamın elverişli durumundan yararlanarak güneye de yayılmak istemişti. Bu politika şüphesiz en fazla Türkiye’yi etkilemiştir. SSCB’nin hedefi, savaş sonrası güvenlik kuşağı olarak gördüğü, Balkanlar ve Boğazlar bölgesinde nüfuz sahibi olmaktı. Sovyet Rusya, savaş sonrasında geleneksel politikalarının da etkisiyle, sıcak denizlere inmek ve enerji bölgesi olan Ortadoğu’ya ulaşmak için güneye açılmak istemiştir. Bu amaç kapsamında Sovyet Rusya, Türkiye’yi İngiltere ve ABD’den ayırarak kendisini bölgede daha avantajlı duruma getirmek istiyordu. Zira Türkiye'nin konumu Rusya'nın hedefleri bağlamında oldukça önemliydi. Bunun için, Türkiye üzerinde baskı yapmış, tehditkâr söylemler kullanarak Boğazlarda üs ve Doğu bölgesinden toprak talep etmiştir. Sovyetlerin bu politikaları Türkiye’nin tüm dış politikasını etkilemiş ve şekillendirmiştir. Rusların iyi komşuluk ilişkileriyle bağdaşmayacak şekilde kabadayılık kokan tavırları yüzünden Türkiye önce İsmet İnönü liderliğinde Marshall Planı ve Truman Doktrini gibi ABD ile kendisini stratejik ortak yapan vesikalara imza atmıştır. Komünist Rusya da buna karşılık Türkiye ile Hatay meselesinden dolayı arası nahoş durumda olan Suriye ile ilk kez diplomatik ilişkilerini 1944 yılı Temmuz ayında kurdu. 10 Şubat 1946'da, Sovyetler Birliği ve Suriye arasındaki ilişkilerin resmîleştirilmesi amacıyla bir anlaşma imzalandı.
Sovyetlerin ortaya koyduğu tavırlardan duyulan tedirginlik yüzünden 11 Mayıs 1950 tarihinde ise üç gün sonraki genel seçimlerle iktidarı Demokrat Parti'ye bırakmak zorunda kalacak olan CHP idaresi tarafından yapılan bir hamleyle Türkiye NATO'ya ilk defa üyelik için başvurmuş, üç gün sonra yapılan 14 Mayıs 1950 seçimleriyle de iktidarı CHP'den teslim alan Demokrat Parti idaresi NATO'ya giriş sürecini hızlandırmıştır. Kore Savaşı’na bir Türk tugayının gönderilmesi bu süreci hızlandırmak içindi. Sovyet Rusya’nın güneye inme amacı için Türkiye üzerinde uyguladığı baskı politikası sonucu Türkiye, doğu komşusu tarafından kendine yapılan bu kabadayılıklar karşısında tifüsten kaçarken doluya yakalanmış ve Batı Bloku’nda yer almak zorunda kalmıştır.
Diğer taraftan 1940’lı yılların sonuna kadar Filistin’e yıllar yılı gerçekleştirilen toplu Yahudi göçleri sonucunda kuruluşu resmen ilan edilen İsrail de ABD ve Batı Bloku'ndan yana tercihini yapınca Sovyet Rusya da buna karşılık Türkiye'nin laik yönetiminden tedirgin olan ve İsrail'in de Filistin topraklarında işgalci olduğunu savunan Arap devletleriyle yakınlaşmıştır.
1956'nın başlarında Suriye, SSCB ile bir silah anlaşması yaptı. Bundan sonra, 1956'da çeşitli Suriyeli ekipler, silah, topçu ve pilotlar ile yer mürettebatı için Mig-17 eğitim kursları için Doğu Bloku ülkeleri olan Çekoslovakya, Polonya ve SSCB'ye gitti. Ayrıca birçok Suriyeli subay ve astsubay, Mart 1956'da Mısır'da Çekoslovak eğitmenler tarafından verilen kurslara katıldı. Bu kurslara 122 mm toplar, SU-100 tanksavar silahları ve T-34 tankları da dahildi. Bu arada, Doğu Bloku ülkelerinden ekipler Suriye ordusuna eğitim vermek üzere Suriye'ye geldi.
Sovyetler Birliği'nin Süveyş Krizi'ne (Ekim 1956 sonu) verdiği yanıt - İngiltere ve Fransa'ya karşı 'yıkıcı silahlar' kullanma tehdidi - Sovyetlerin Orta Doğu'daki prestijini artırdı. O dönemde SSCB'de bulunan Suriye Devlet Başkanı, Sovyet hükümetinden müdahale etmesini ve Arapların moralini yükseltmek için pilotlarını göndermesini talep etti. Suriye Dışişleri Bakanı, Sovyet Dışişleri Bakanı ile yaptığı bir görüşmede, Süveyş Krizi'nin ardından Sovyetler Birliği'nden pilotlarıyla birlikte iki uçak filosu konuşlandırmasını bile talep etti.
Suriye'ye Sovyet yardımı hız kazandı ve askeri ve ekonomik anlaşmalar da dahil edildi. 1955 ile 1958 yılları arasında Suriye, Sovyetler Birliği'nden askeri ve ekonomik yardım için yaklaşık 294 milyon dolar aldı.
Aynı dönemde Suriye'deki Baas Partisi gücünü ve etkisini artırdı ve bu durum, Suriye'de tek partili bir Baas devleti kuran 1963 askeri darbesiyle doruğa ulaştı. Nitekim bu darbe sonucu 1963’te Hafız Esad’ın Devlet başkanı olmasıyla Sovyetler Birliği, artık kendisi için iyice stratejik ortak haline gelen Suriye’nin tüm stratejik unsurlarını kendi standartlarına uygun olarak yeniden yapılandırmaya başladı. Suriye'de ordudan su dağıtım şebekesine, rafinerilerden elektrik ana trafolarına ve ilaç üretimine kadar her şey Sovyetler Birliği/Rusya tipi inşa edildi.
1971 yılında Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad; bir anlaşma uyarınca, Tartus'ta SSCB tarafından donanma askeri üssü açmasına izin verdi. Bundan böyle Sovyet idaresi için Suriye artık sıcak denizlere açılan bir kapıydı ve Çarlık rejiminin Osmanlı ile yaptığı savaşlar sayesinde Karadeniz'e inen Rus ayısı, komünist idarenin Suriye'deki idarecilerle geliştirdiği sıcak ilişkiler sayesinde de kendine Akdeniz'de yer bulmuştu. Deli Petro’dan beri sabırla devam ettirilen sıcak denizlere inme politikası tıkır tıkır işliyordu.
1990’lı yıllar boyunca Rusya'da yaşanan kriz ve güç kaybından dolayı Suriye sahasına gerekli ilgiyi gösteremeyen Moskova, Putin'in devlet başkanlığından itibaren Esad rejimiyle ilişkilerini yeniden güçlendirmiştir. Putin, Tartus'un kullanımına çok önem vermiş ve Suriye İç Savaşı vesilesiyle Rus donanmasını Akdeniz'e indirerek tüm dünyaya gücünü göstermiştir.
Rusların asırlarca kurduğu “sıcak denizlere inme” hayali noktasında Putin döneminde önemli mesafeler alınmıştır. Bu mesafe alma kendini Afrika'da daha çok belli etmiştir. Bilindiği gibi Soğuk Savaş Döneminde, Afrika’da güçlü bir şekilde var olan Ruslar, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonraki dönemde bu bölgelerden bir süreliğine uzak kalmıştı. 23-24 Ekim 2019 tarihinde, Rusya’nın Soçi şehrinde gerçekleştirilen ve 40’dan fazla Afrika liderinin katıldığı, Rusya - Afrika Zirvesinde, Rusya ile Afrika ülkeleri arasındaki ilişkiler yeninde tanımlandı. Rusya, bu zirve ile Afrika’daki varlığını güçlendirme isteğini açıkça ortaya koydu. Zirvede açılış konuşmasını yapan Putin, 2018’de 20 milyar doları aşan karşılıklı ticaret hacmini önümüzdeki birkaç yıl içinde iki katına çıkarmayı planladıklarını söyledi. Afrika ülkelerinin ABD ile olan ticaret hacmi yaklaşık 54 milyar dolar, AB ile 303 milyar dolar, Çin ile ise 148 milyar dolardır. Rusya’nın Afrika’daki en büyük ticari ortakları ise Mısır, Cezayir, Fas ve Güney Afrika Cumhuriyeti’dir. Son dönemde; Etiyopya, Kamerun, Angola ve Zimbabve başta olmak üzere Afrika ülkelerinin en az yarısıyla olan ticari ilişkileri artış göstermiştir ve bu giderek artmaktadır.
Rusya’nın Afrika ülkeleri ile en önemli işbirliği alanları askeri konulardır. Rusya, geleneksel olarak Afrika silah pazarında önemli bir konumda. Cezayir ve Mısır gibi ülkeler, Rusların en fazla silah sattığı ülkeler. Kuzey Afrika ülkelerinin silah alımlarının yarısından fazlası Rusya’dan. ABD %15, Çin %10 ve Fransa %8 civarında bir paya sahip. Rusya bu ülkeler haricinde, 20’den fazla Afrika ülkesine silah ihraç ediyor. Sahra güneyindeki ülkelerin silah alımlarında da %30’dan fazla pay Rusya’ya ait. Son olarak Mısır Savunma Bakanlığının 500 adet T-90 MS tankı satın almak üzere, Rus silah şirketi Uralvagonzavod ile sözleşme imzalamasını, Rusya’nın bölgeye kuvvetli bir şekilde geri döneceğinin işaretleri olarak görmek gerekiyor.
Rusya silah satışı dışında, askeri teknik işbirliği alanında da Afrika ülkeleri ile ilişkilerini geliştiriyor ve birçok Afrika ülkesinde Rus uzmanlar görev yapıyor. Bunun dışında Rus Wagner paralı askerleri 10’dan fazla Afrika ülkesinde faaliyet gösteriyor.
13 yıl süren Suriye İç Savaşı’nın sonunda 2024 yılına veda edilirken Esed rejiminin çöküşüyle Akdeniz'deki en has müttefikini kaybeden ve Suriye'deki asker sayısını azaltıp üsleri boşaltmak zorunda kalan Rusya için Akdeniz'de hakimiyet kurabilmenin bir başka yolu da Libya ile iyi ilişkiler kurmaktan geçmiştir ki Suriye'deki rejim değişikliğinden sonra Libya’nın Rusya için taşıdığı ehemmiyeti anlatmamıza öyle zannediyorum ki lüzum olmayacaktır. Gelgelelim Suriye'deki rejim değişikliği sonrası Rusya Suriye’deki komplike hava savunma sistemleri dahil askeri varlığını Libya’ya taşıdı. Rusya’nın Libya’daki müttefiki hâlâ Hafter ki, Hafter ile yıllarca arası Trablus merkezli hükümete destek vermesinden dolayı açık olan Ankara da barışmıştı ve Rusya ülkenin doğusundaki nüfuz alanını da korumaya kararlı görünüyor.
Suriye’de uyguladığı çağdaş mevali politikaları ile adeta neo-Emevi zihniyeti tesis eden ve pek çok katliam ve zulme imza atan pan-Arabist Esed hanedanlığının ve Baas iktidarının 8 Aralık 2024 günü devrilerek tarihe karışmasının ardından rejimin destekçisi Rusya, Suriye’deki üslerini boşaltmaya başladı. Uluslararası basında Rusya’nın üslerdeki teçhizatları ve birliklerini Afrika kıtasına yönlendirdiği, özellikle Libya’ya ilerledikleri gündeme geldi.
Rusya için sadece bir müttefikten ibaret olmayıp aynı zamanda Doğu Akdeniz'de güttüğü stratejik çıkarlarının merkezinde yer alan Suriye'de bulunan Tartus ve Hmeymim gibi askeri üsler, Rusya’nın bölgedeki varlığını güçlendirmesini ve NATO’ya karşı caydırıcılık kapasitesini artırmasını sağlıyordu. Ayrıca, Suriye’deki müdahaleler, Rusya’nın küresel bir aktör olarak etkisini yeniden tesis etmesine ve uluslararası arenada daha güçlü bir konum elde etmesine olanak tanıyordu. Bu nedenle, Suriye’deki strateji, Moskova için sadece bölgesel bir hedef değil, aynı zamanda jeopolitik ve jeostratejik bir hamle olarak görülmüştür ki bunun en güzel örneklerinden birisi de Akdeniz’e kıyısı olan Suriye, Rusya’ya bölgedeki stratejik deniz yollarına erişim sağlarken aynı zamanda Afrika ülkelerine ama bilhassa da Kuzey Afrika ülkelerine yönelik ekonomik ve askeri operasyonlarını kolaylaştırabilecek bir köprü işlevi görüyordu. Böylece Rusya’nın Suriye üzerinden sağladığı lojistik avantajlar Kuzey Afrika ülkeleriyle ilişkilerini etkilerken özellikle Libya’daki etkinliğini artırmasına da ciddi olanaklar sağlıyordu ki Rusya da zaten Libya'daki vekalet savaşlarında varlık gösterebilmesini ve etkili aktör olabilmesini de Suriye'den elde ettiği lojistik avantajlara borçluydu. Ve böylelikle Rusya, sadece sıcak denizlerde kalıcı hale gelmeyip aynı zamanda sıcak coğrafyalarda Batı dünyasıyla ticaret ve sömürge yarışına da girebilme olanağına kavuşuyordu.
Fakat Suriye'de yaşanan rejim değişikliği bu düzeni olumsuz etkileyince Suriye'de yaşanan stratejik kaybı telafi etmek için 2025 yılı başlarında Rusya'nın birliklerini Suriye'den Libya'ya kaydırma ve böylece Libya'da bir dayanak noktası oluşturma ve Suriye'deki kaybı Libya'dan telafi etme olasılığı bile konuşuldu.
Kaddafi döneminde sıcak ilişkiler geliştirdiği Libya’da Kaddafi sonrası yaşanan istikrarsızlık ve güç boşluğundan yararlanma gayesi güden Rusya’nın askerî varlığını Hafter kontrolündeki Libya’nın doğusunda yeniden konuşlandırabileceği gündeme gelmiştir ki Libya’daki vekalet savaşlarında Hafter'in yanında Rusya tarafından sahaya sürülen Wagner gibi paramiliter yapıların da Libya sahasında hem askerî hem de ekonomik çıkarlar doğrultusunda faaliyet gösterdiği vakıadır. Ayrıca Sudan'ın da Rusya için bir alternatif olduğunu belirtmek icap eder. Fakat bu ülkelerle resmi anlaşmaların olmaması ve yetersiz altyapıları da Rusya açısından bir dezavantajı da beraberinde getiriyor.
Rusya açısından 2024 bu kayıplarla geride kalırken 2025 yılı başlarında Rusya Başbakanı Mihail Mişustin, Rusya'nın askeri gemilerinin Ekvator Ginesi'nin limanlarına giriş yapmasına ve denetlemesine izin verecek bir hükümetlerarası antlaşmanın imzalanmasına dair kararnameyi imzaladı.
Belge, resmi hukuk aktleri portalında yayımlanırken mutabakatın taslağı, Rusya Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanmış ve Rusya Dışişleri Bakanlığı ile görüşülerek onaylanmıştı.
Mutabakat taslağına göre Ekvator Ginesi'nde Malabo ve Bata limanlarında gemi onarımı yapılması amacıyla askeri gemilerin girmesi ve demirlemesi için gerekli prosedürleri müzakere etme ve anlaşmayı imzalama yetkisi Rusya askeri yetkililerine verildi.
Taslak metne göre anlaşmanın belirlediği koşullar aynen şöyle:
1- Gönderici devletin askeri gemilerinin, Ekvator Ginesi'ne ait limanlarda onarım için demirlemesi
2- Devlet sınırlarının geçilmesi
3- Personelin misafir ülke topraklarında bulunması
Ekvator Ginesi Cumhurbaşkanı Teodoro Obiang Nguema Mbasogo da halihazırda 2024 yılının Eylül ayında Rus lider Vladimir Putin ile Kremlin'de gerçekleştirdiği görüşmede, Rusya'nın Afrika ülkesinin savunma kapasitesinin güçlendirilmesine katkı sağladığı için teşekkür etmişti.
Tabi ki Rusya'nın Afrika'da başka ülkelerle de sıcak ilişkiler geliştirdiği bilinen bir hakikat.
Her ne kadar 2024 yılı sonlarında Esed rejiminin çöküp de Rusya Suriye'deki nüfuzunu kaybetme noktasına gelse de bir süredir yaşanan gelişmelerle Rusya Suriye sahasına daha güçlü bir geri dönüş yapmanın hesabı içinde. Zira önceki günlerde Suriyeli devlet adamlarının Moskova’ya giderek Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rus yetkililerle gerçekleştirdikleri görüşmeler, Moskova-Şam ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılışı niteliğinde olup Hmeymim ve Tartus üslerinin taraflarca ortak yönetimi, Suriye'ye tekrardan Rus silahlarının tedarik edilmesi, tarafların ekonomik ilişkileri, Suriye'nin çeşitli bölgelerinde Rus devriyeleri yapılması ve eski rejimin lideri Esed ile Moskova'da ikamet eden üst düzey rejim yetkililerinin kaderi tarafların ele aldığı temel konular.
Ahmed eş-Şara yönetimi, sahil bölgesi ve Süveyda'da olaylar ve İsrail tarafından devam ettirilen saldırı ve işgallerinin ardından Batı dünyasının geliştirdiği söylemleri, talepleri ve eylemleri görünce her ne kadar Esed’e yıllar yılı verdiği destekten dolayı duyduğu tepkiye rağmen Rusya'ya belirli hedefler doğrultusunda el uzatmak istedi. Bu hedeflere detaylıca göz atalım:
Nitekim son haftalarda Rusya'nın, Suriye'deki Kamışlı Havalimanı'nda bulunan askeri varlığını son haftalarda önemli ölçüde artırdığı da sahadan gelen bilgiler arasında. Bölgedeki asker sayısını 200’e çıkaran Moskova yönetiminin, Hmeymim Üssü'nden düzenli olarak askeri ve lojistik sevkiyat yaptığı belirtilmekte. Daha da önemli olanı Suriye Devlet Televizyonu’na konuşan bilgili bir kaynak da Rus güçlerinin son haftalarda Kamışlı Havalimanı'ndaki varlığını güçlendirdiğini aktardı.
Kaynağa göre bu kapsamda, uçakların konuşlandığı alanlar ıslah edildi ve havalimanının ana binası önündeki asker ve subayların konaklama yerleri genişletildi.
Yine aynı kaynak, iki Rus uçağının düzenli olarak asker, lojistik ve askeri teçhizat sevkiyatının yapılması amacıyla Kamışlı Havalimanı ile Hmeymim Üssü arasında düzenli seferler yaptığını belirtirken bu operasyonların dikkat çekmemek için genellikle şafak vaktinde veya gece saatlerinde gerçekleştirildiği de ifade edildi.
Havalimanındaki Rus askeri personelinin sayısının daha önce çok daha azken, şu anda bu sayının yaklaşık 200’ü bulduğunu belirten kaynak, Moskova’nın üst düzey subaylarını yakındaki bir karargahtan havalimanı kapısı önündeki daha korunaklı bir mevziye taşıdığını da ekledi.
Kaynağa göre havalimanında 24 saat çalışam bir radar, üç helikopter ve Kamışlı ile Hmeymim arasında neredeyse her gün sefer yapan iki kargo uçağı bulunduran Rusya, yaklaşık bir hafta önce de güçlerini Esed rejiminin çöküşünden bu yana ilk kez Kamışlı’nın doğu kırsalında Kamışlı’daki otonom bölgedeki yönetimin sahip olduğu bir aracın refakatinde devriye gezdirdi.
Suriye'de bu gelişmeler yaşanırken tüm bu şartlar altında Türkiye'nin Ahmed eş-Şara yönetiminin Rusya ile yakınlaşmasından uzak kalması da elbette mümkün olmayacaktır.
SON SÖZ
Coğrafi açıdan soğuk ve zemini buzlu denizlerle çevrelenen ve topraklarının sıcak denizlerle de kolayca ve kısaca bağlantısının olmayışının dezavantajlarıyla asırlardır yüzleşegelen Rusya'nın Deli Petro ile başlayan sıcak denizlere inip buralarda egemenlik kurma politikaları konjonktüre göre yöntem değişikliklerine maruz kalsa da hiç değişmemiş ve günümüzde de aynı politikalar sürmektedir.