HAYAT İŞTE, AKRABALARIN GİBİ ACAYİP BİR ŞEYDİR!
Hayat işte, İskenderiye Feneri, son kalan Bâbil Kulesi, Çin Seddi olsan da, zamana mahkûmsundur! Hepimiz, Leylâ’nın mezarı başında Mecnun olup, bir Mihribân’a ağlayan zavallılarız.Karşılıksız sevgiler misâli; aynaya baktığında aynanın sana baktığını görürsün, ne vakit yüz çevirsen onun asıl seyrettiğinin, sen olmadığını fark edersin…Hayat da böyledir işte! Hem sırf bizim için kurulmuş sanırsın, hem aslında bize ait değildir!
Hayat işte, akıl almaz bir şeydir! Kurdu yavrusu öldürtür, aslanı yavrusu boğdurtur, ama kedi yavrusunu yer, karga yavrusunu, timsah yavrusunu yer…Hayat işte, akrabaların gibi garip bir şeydir, nerde ne vakit, iyi ya da kötü, sana neler yaşatacağını, başına gelmeden bilemezsin!
Hayat işte, ‘’lafta’’ arkadaşların gibi bir şeydir, her daim yanında, yanı başında, ardında, koltuğunda, sağında görünen bir şeydir, ama yine de dal tutmaz, gül bitmez, meyve vermez, taşlı tarladır. Yaptığın hiçbir şeyi takdir etmez, edemez, beğenmez beğenemez, yapmasaydın keşke! derler, yapmadıkların için de hep ‘’şöyle yapsaydın, böyle yapsaydın!’’ derler.
Yalandan sırtın sıvazlar, ardından kuyunu kazarlar. Dilde, lafta severler, sayarlar, arkandan yerin dibine gömerler, söverler, sayarlar. Onların seviyesini geçmeyeceksin bilmekte, onlardan uzağa gitmeyeceksin gitmekte, onlardan çok kurmayacaksın hayalde, onlardan zengin olmayacaksın, onların malı mülkü-arabası olacak, sen alamayacaksın, onlardan çok kazanmayacaksın, onlardan yüksek mevkilere, nâmlara ermeyeceksin… Onlardan aşağılarda süzüleceksin, küçük kartalca, her şeyde... Çok severler seni! Yere göğe sığdıramazlar! Yüzüne o vakit de bakmazlar gerçi! Ama o vakit, senin bu halinle gurur duyarlar…
Hayat işte, herkes, armut ağacı değil, bazıları yabanda ahlattır. Sahte gülücükle ‘’dostum’’ diye takdim edilirsin, İlk fırsatta uçurumdan itelenirsin… Sen başarı kazanırsan ona sıkıntı, sen mal mülk kazanırsan ona sıkıntı, sen mutlu olursan, ona sıkıntı, sen ünlü olursan ona sıkıntı, sen daha iyi bilirsen ona sıkıntı, sen daha iyi yaparsan ona sıkıntı… Sen sever, güzelini alırsan, ona sıkıntı. Hayat, işte buna hayattaki hakiki arkadaşlık dersen, zaten kökten sıkıntılı bir şeydir.
Hayat işte, her şey karşılıklıdır. Rabbini ne kadar seversen, o da seni, o kadar sever. İnsanı ne kadar seversen, kimi insan da seni, o kadar sever. Hayatta her şey karşılıklıdır. Sağlığına ne kadar iyi bakarsan, o da sana, o kadar iyi bakar… Ötesi de hayatta, senin sağlığına bakar!
Hayat işte, pişmanlık bildiğin bir şehrin, bildiğin bir sokağıdır. Fakat ne tarafına gitsen, gördüğün manzarayı ilk kez görüyormuşsun gibi, seni hep şaşırtır.
Hayat işte, ‘’Doğru’’ kullanıldığında çevresini imâr eder, ‘’yanlış’’, kullanıldığında çevresi için felâkettir. Doğrular ve yanlışların gölgesinde sürüncemede eriyip yiten bir şeydir!
Hayat işte, başı belli sonu belli, sana ne, ne zaman yaratılmış kürre, sana ne dağların zerre zerre, un ufak olup denizlere, kova kova aktığından, rüzgârın dağları kazak söküğü gibi çeke çeke, denize taşıdığından sana ne? Aslı astarı 70 sene ömrün var! Maymunların Asya kıtasında farklı ülkelerde, farklı ormanlardayken bile, birbirini hiç görmeden, tanışmadan, birbirlerinin yaşadığı yerde öğrendiklerini, aynı zamanda diğer ormandakiler nasıl sıfırdan öğrenip, uygulayabiliyorlar? Portakalı A ormanındaki nasıl soyup yemeyi başarıyorsa, aynı usulle B ormanındaki de bunu yapabiliyor. Nerden öğrendi aynı usulü? Bunu anlasak, bana ne, sana ne? Yemeğini ye, iç, karnını doyur, yap ibadetini, yap şükrünü otur. Neyini anlayacaksın daha?
Hayat işte, ıslanan mektuplar gibidir, yazıları birbirine karışır da maymunu memnun, memnunu maymuna çevirir. Kaderi keder kederi kadir, kadiri kabir kabiri kebir, kebiri kibir, kibiri kubur diye okutur… Hayat işte, biraz su, biraz kağıt! Okunsan, ölsen, ardından, birkaç gün ağıt!
Hayat işte, Aksaray’ın etrafındaki dağlar gibidir. Ot bitmez, ağaç yetmez, bozkırın çorak toprağı gibidir, bitse bitse çalı biter, kengel biter, diken biter, yılan biter, kertenkele biter… Çıplak, cıbıldak, anca kendine yeter!
Hayat işte, şans diye bir şey uydurmuş, kırk kapıdan kovulan uyuz köpekler gibidir. Bahşedildiği sahibini bir nebze tanımaz, tanıyamaz. Neye kızacağını, neye sevineceğini bilemez hale gelir. Tutar bir yerde, birine, ama iyi ama kötü patlar. Ya rezil eder, ya vezir. Ya zengin eder, ya yoksuldan bin beter! Hayatın kendisi için, hazırladığı sürprizleri bilmek gibi bir ayrıcalığı yoktur hiç kimsenin. Biliyorum diyen yalan söylüyordur.
Hayat işte, namlusu tıkanmış eski toplar gibidir. Beklersin ateş almaz, ummazsın bir anda patlar, düşmana değsin isterken avcuna, eteğine, güllesi düşer. Sana değsin diye beklersin, gider bir masuma ya da belki de bir zalime sebep olur… Baht olur, kara kader olur, senin avcun ikisinde de boş kalır… Hicran ve hüsran!
Hayat işte, dünya güzeli seçilen kadınlar misalidir. Dünyanın en güzel şeyidir ama gel de bunu klozete anlat! Her güzellik gibi, her karizmanın da bir bitişi, bittiği bir noktası vardır elbet! Ne yani, hem sanki ölmeyecekler mi, ölse gömülmeyecekler mi! Yoksa onları, ölse gömmeyecekler mi?
Hayat işte, kara yağız Polat Alemdar’ı, dedem Hacı Şakir’e döndüren zaman temelli bir değirmendir. Ajda Pekkan’ı dünyanın ilk gençlik günlerinde tanıdığı için, ona biraz torpil geçiyor, ne var bunda? Her insan akrabasına, torpil geçer!
Hayat işte, zamanında, parayı basıp almadığın arsalardan, taşlı kurak arsaları satıp, yemediğin o paralardan ibaret saçma bir şeydir. Su gibidir bazen, avcunda durur, hissedersin ama onca berraktır ki bir şey yok zannedersin. Bazen de o kadar kara bir renge bürünür ki, petrolün, aslında damarlarından avcuna çıkarak, hayat kaynağıyla da tüm dünyaya, senin kara günlerin sayesinde yayıldığını zannedersin…
Hayat işte, yandıklarınla yanmadıklarının arasında bir şeydir. Sağa dönsen ateş, sola dönsen duman, olduğun yerde dur! Belki gönlün felah bulur! Yok sanmam, hayat, bulduklarınla bulamadıklarının arasında bir şeydir, biraz yol al, ama yok, gitme kal! Şimdi karar veremiyorum, hayat belki de en güçlü kararları aldığın anlar gibi, salakça bir şeydir. Ne bileyim, hayat, seher vakti mahmur ve kör yola koyulmak gibi... Ya da hayat işte, dünya tabut, yaşamaksa ilk akşamdan mezar içinde uyumak gibi bir şeydir.
Hayat işte, akmayan muslukların, dolmayan havuzların, olmayan nehirlerin serin sularında yüzmek gibi bir rüyadır belki… Dağların zirvelerinde gezip, evini kırk yıldır özlemeyen bir dağcının aklındaki, dilindeki menemen tadı gibi, saçma bir şeydir belki. Belki de sonunda Konya’da yiyeceği bir etli ekmek ya da lahmacun hayaliyle, erişebilmiştir Himalaya’ya tırmanmaya; Tezi kadar, saçmadır belki!
Hayat işte, fakirlikten ayakkabı alamayan bir babadan, ayakkabı istemeyeyim diye, yırttığı spor ayakkabılarını yorgan iğnesi ve yorgan ipliğiyle dikmeye çabalayarak terziliği öğrenmiş bir çocuğun hali kadar acınası bir şeydir. Çaresizliğin daniskasıdır… Yoksulluğun kepazeden ötesidir… Cemal Süreya’yı anımsa, hayat, süttozuyla ev badana ettiren, bir alçak çözümsüzlüktür. Yaşamak acıdır. Kendine yetmeyen bir hayat, daha da acı… Hiçbir hâzza erişememiş hayat, daha da acı… Bitmeyen hâz, hayattan ötesinin de olduğuna iman etmektir.
Hayat işte, yıkılan duvarların, paslanmış demirlerin, kırılmış camların, birbirine geçmiş ev eşyalarının altından çekip çıkardığı her cesedin, kendi ailesinden biri olmadığına, gönlünde küçücük bir ışık yakıp sevinen ama saatlerce acıdan gözyaşı döke döke, tanıdık yüzleri bulup çıkarmaya devam eden…Ailesi gibi gördüğü bir apartman insanı iki kişiyle, enkaz altından tek tek ve en sonunda ailesiyle beraber cansız olarak çıkarıp, çökmüş sokak asfaltına battaniye üzerinde dizen komşu kadar, ıssız, adaletsiz, katlanılmaz bir şeydir…
Hayat işte, çaldığı betonlardan kendine bir apartman zinciri-residanslar diken, mesleğindeki diğer namuslulara benzemeyen, yakışmayan bir müteahhit gibi hilekâr, arsız, yüzsüz, aldığı soluk fazla görülen bir şeydir. Hayat işte, çaldığı hayatlardan kendisine bir mezarlık anıtı diken ölüm müteahhidi gibi zalim, imansız bir şeydir.
Hayat işte, arkadaşlarına memlekete kavuşma sevinciyle kısa bir veda edip, bir hafta sonra görüşürüz diyen bir gülüşü tertemiz kız çocuğunun, ana baba sevgisiyle dolu kalbiyle, 1390 km. yol gidip, memlekete vardığı günün gecesinde, depremde hayatını kaybetmesi kadar talihsiz, vicdansız bir şeydir kimileri için...
Hayat işte, patlamaların, mermilerin altında kaç yüz ölüyle yüz yüze gelmişken, kendisini çocuk zannedip, avunsun diye eline tutuşturulmaya çabalanan oyuncaklara ve yetişkin yüzlerine bakarak, gözyaşlarına boğulan 6 yaşındaki bir Gazze’li ebabil kadar, erkekçe bir şeydir bazıları için…
Hayat işte, eski elbiselerin gibidir, giyeyim desen ayıplanmaktan korkar, sokağa onla çıkamazsın. Atayım desen verdiğin paranı düşünür, için acır beklesin dersin. Satayım desen sen de altın, el’de teneke-taş… Verdiğine değmez. Birine vereyim dersin, sana layık değilse, ona da layık değildir. Boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz, taşar… O sana, sen ona bakar, aynı dolapta eski-yeni, zamanın koynunda akan sular gibi yuvarlanır gidersin!
Hayat işte, sakatlıktan dönen futbolcunun oyuna yedekten girip girdiği ilk pozisyonda sakatlanması gibi beklenmeyen bir şeydir. Ama beklenen, girdiği gibi gol atmasıdır. Hayaller hep doksan, gerçekler ise, yer ile yeksan!
Hayat işte, şarap çanakları gibidir. Kırılsa da her yerinden biraz sızar. Kimi o sızanla sarhoş olur, kimi içinde yüzerek. Kimi sadece kokusunu alarak… Kimi çanağı bile görmeden…
Hayat işte uyudum derken bir an da sıçrayıp uyanmak gibidir, günlerce uykun gelmeyecekmiş dinçlikte… Ama iki dakika sonra uyur gidersin… Bir daha uyanmamak üzere, başın düşer…