Uğur UTKAN

Tarih: 08.10.2025 09:48

Emperyalist ve Siyonist Vandallıklara Karşı Ortadoğu’da Yapılması Gerekenler

Facebook Twitter Linked-in

Emperyalist ve Siyonist Vandallıklara Karşı Ortadoğu’da Yapılması Gerekenler

Siyonistlerce Gazze’ye dönük kaldığı yerden daha acımasızca sürdürülen kitle imha saldırılarına ek olarak halihazırda yine Siyonistlerin üst düzey liderlerini teker teker ortadan kaldırdığı Güney Lübnan’daki Hizbullah’ın altyapısına yönelik İsrail ordu mensuplarından yeni bir saldırı yapılacağı duyuruldu. Söz konusu açıklamada Hizbullah’ın askerî tesislerinin vurulacağı ve üç bölge için tahliye emri yayınladıklarını da bildiren İsrail ordusu, anlaşılan bu arsızlığını gidebildiği yere kadar sürdürmenin peşinde…

Ve maalesef işin daha da kötüsü Ortadoğu’da İsrail’e yönelik sonu gelmeyen kınamaların dışında somut bir adım da atılamıyor.

Zaten adım atmaya çalışan liderlere ve ülkelere neler yapıldığı da yakın tarihteki yaşananlarla kayıtlarda.

İşte Faysal bin Abdülaziz, işte Saddam Hüseyin, işte Muhammed Mursi, işte Hasan Nasrallah, işte Muammer Kaddafi ve daha niceleri…

Sırf Ortadoğu’da İsrail’e at koşturmuyorlar diye Irak, Libya ve Suriye tarumar edilmedi mi? Liderleri devrilmedi mi?

Bence bu hengameden en yaralı çıkan Filistin ve Lübnan dışında ikinci derecede yaralı çıkan aktörler de Irak, Libya ve Suriye…

Daha da hazin olan bu ülkelerde bir istikrar yokluğu ve otorite boşluğu da bir türlü çözülemeyen kördüğüm durumuna geldi…

Elbette ki bu tablo ilanihaye kalıcı olacak değil ve olmamalıdır da…

Fakat bunun için de Ortadoğu’nun şartları da göz önüne alınarak bu şartların merkeze alındığı bir eylem planıyla hareket edilmeli…

En başta nasıl Türkiye’nin girişimleriyle 4-11 Ocak 2003 tarihleri arasında ufukta görünen Irak işgaline karşı savaşa engel olmak ve barışçıl çözümler üretmek amacıyla Irak’a Komşu Devletler Toplantıları’nın ilki düzenlendiyse ve bugün de halen düzenleniyorsa, dahası suyu bulandırmaya çalışanlar olmasa Irak’ta derinleşen krizler silsilesini dahi çözebilecekken sonuçsuz bırakılmasına rağmen bir hava yaratabiliyorsa aynı durum halihazırda Ortadoğu’da kanayan yaraya dönüşen diğer konu başlıkları için de geçerli olabilir.

Mesela bir örnek verecek olursak 2011’de Kaddafi devrildiğinden beri kaos, kriz, otoritesizlik ve istikrarsızlık denizinde boğuşan Libya’da iki ayrı hükümet kurulmuştu; biri Trablus merkezli meşru hükümet, diğeri ise Halife Hafter’in yönettiği Doğu Libya… Bingazi merkezli Temsilciler Meclisi ve Tobruk yönetimi, yıllar yılı Trablus rejimiyle yaşadığı anlaşmazlıklar yüzünden başta Türkiye olmak üzere Trablus’u destekleyen pek çok Libya dışı aktörlere cephe almışken son yıllarda Trablus yönetimiyle arasında esen bahar havasının etkisiyle Türkiye ile de sıcak ilişkiler kurma aşamasına gelmiş durumda… Türkiye de an itibarıyla iki tarafla da konuşuyor ve iki tarafın anlaşmazlıklarına çözüm önerileri sunuyor ki bu, Akdeniz’de birlikte ortaklık yaptığımız ve Türk iş adamlarının da bulunduğu Libya ile ilişkilerimizin seyir defteri bakımından iyi bir gelişme…

Bilindiği üzere 2019 yılında Trablus’taki meşru hükümet, Türkiye ile deniz yetki alanları konusunda mutabakata imza atmış, fakat Doğu Libya’daki Hafter idaresi buna karşı çıkmıştı.

Fakat aradan uzun zaman geçti ve Türkiye-Hafter ilişkileri Trablus-Hafter ilişkilerindeki normalleşmeden olumlu etkilendi ve an itibarıyla üst düzey Türk devlet yetkilileriyle pozitif derecede temaslar mevcut durumda…

Son olarak Doğu Libya’daki Bingazi merkezli Temsilciler Meclisi de 2019 tarihli Türkiye-Trablus deniz yetki anlaşmasını onaylama kararı aldı. Bu Türkiye’nin Libya sahasında gerçekleştireceği icraatlar konusunda elini daha da güçlendirecektir.

Her ne kadar Libya’da taraflar arasında buzlar erimeye başladıysa da, Kaddafi döneminde olduğu gibi siyasi birliğin ve dirliğin sağlanması, iç karışıklıklara ve ülke bekasını tehdit eden teröre karşı da tek yürek, tek bilek olunması gerekiyor ki bu konuda iki tarafla da konuşan Türkiye burada kolaylaştırıcı faktör olmalıdır. Zira iç meselelerini çözmüş bir Libya, Doğu Akdeniz’deki menfaatlerimiz ve Libya’da iş yapan Türk iş adamları bağlamında Türkiye’yi de olumlu etkileyecektir ve Ortadoğu’daki istikrarın nasıl sağlandığıyla ilgili bölge ülkelerine de olumlu bir emsal teşkil edecektir. Bu yüzden Türkiye bu bölgeye ilgisiz kalmamalıdır. Ki bu noktada Türkiye’nin attığı adımlar yerinde ve doğrudur ki yine hatırlanacağı üzere bahar aylarında ilişkilerini gözden geçiren Libya’daki taraflar giderek hızlanan bir entegrasyon sürecine girerken Türkiye de bu süreci doğrudan yönetecek aktör durumuna geldi.

Benzer durum tıpkı Libya gibi son yıllarda istikrarsızlık, savaş ve kaos mağduru olan güney komşularımız Irak ve Suriye için de geçerli bir durumdur.

Tarihsel olarak en başından beri komşularının toprak bütünlüğünü savunmayı ve komşularıyla iyi geçinmeyi kendine şiar edinmiş Türkiye, 2011’den bugüne değin süren iç savaş vesilesiyle gerginlik yaşadığı ve zaman zaman savaşın eşiğine geldiği Suriye ile 2011 öncesinde olduğu gibi yine ilişkilerinde bahar mevsimini yaşıyor. En son 2025 yılı Nisan ayında Türkiye’nin çabalarıyla 2012’de çıkarıldığı İslâm İşbirliği Teşkilatı’na geri alınan Suriye’de de köklü değişiklikler yaşanıyor. Suriye’de müfredat değişikliğinin ilk adımı olarak devrik Esed devrinden kalma Türkiye aleyhtarlığı taşıyan tüm içerikler kaldırılırken güncel müfredat içerisine konan eğitim metodlarında yapılan kardeşlik vurgusu dikkati çeken en önemli hususlardan biri…

Türkiye de kendi askerlerine verdiği komando ve piyade eğitimlerinin aynısını Türkiye’ye gelecek olan Suriye Silahlı Kuvvetleri mensuplarının Türk Silahlı Kuvvetleri’nden eğitim almalarını sağlamak suretiyle en uzun sınırı paylaştığı komşusunun güvenliğine katkı sunmayı amaçlıyor ki istikrarsız, kaotik bir Suriye, Türkiye’nin de olumsuz etkilenmesine sebep oluyor. Türkiye de bundan ötürü Libya’da ve Somali’de oturttuğu sistemin aynısını Suriye için de planlıyor.

Elbette ki emperyalist ve siyonist saldırganlığın en çok vurduğu ve krizler silsilesinden çıkmaları, sorunlarına neşter vurulması Türkiye de dahil olmak üzere tüm Ortadoğu’yu iyi yönde etkileyecek olan Irak, Libya ve Suriye için, ve tabiî ki Ortadoğu için de yapılması gereken aslında 1937’de Atatürk’ün girişimleriyle Türkiye, Irak, İran ve Afganistan’ın bir araya gelerek oluşturdukları Sadabat Paktı ve yine Atatürk’ten sonra da aynı çizginin sürdürülmesi sonucu 1955’te dönemin başbakanı Adnan Menderes’in çabalarıyla Türkiye, Irak, İran ve Pakistan’ın beraber kurdukları Bağdat Paktı modellerinin yeniden uygulanması, yine başını Türkiye’nin çekeceği ve savaşların, işgallerin en olumsuz etkilediği ülkelerin de katılacağı siyasi paktların kurulmasıdır. Olması gereken budur.

Ve en son Azerbaycan’ın üye olduğu D-8’e muhakkak Irak, Libya ve Suriye’nin de katılımları sağlanarak adının açılımı Gelişen 8 Ülkenin Ekonomik İşbirliği Teşkilatı olan D-8 kanalıyla Irak, Libya ve Suriye’nin yaralarının sarılması gerekir ki bu da emperyalist ve siyonist saldırganlıkları boşa çıkaracaktır.

Yani Ortadoğu’daki düğümü çözmenin yolu gene Türkiye’nin liderlik edeceği işbirliği teşekküllerinin vücut bulmasıdır.

Devlet büyüklerimizden süratle bu konuda ortaya sunduğumuz tüm bu reçeteleri uygulamalarını bekliyoruz.

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —