“Büyüklük, Başkasının Başarısını Taçlandırmakla Başlar”
Başkasının başardığı bir şeyi kendiniz yapamamışsanız, o başarıya küsmenin, burun kıvırmanın ya da alttan alta karalamanın kimseye bir faydası olmaz. Aksine, bu tavır sizi küçültür, daraltır ve sonunda yalnızlaştırır. Oysa büyük olmak, yürek isteyen bir meseledir. Büyük olmak, bir başkasının başarısını alkışlamayı, onun önünü açmayı, hatta kendi eksikliğini görüp bundan bir ders çıkarmayı bilmektir.
Bakın etrafınıza...
Siyasette, sivil toplumda, ticarette ya da hayatın herhangi bir alanında… Ne zaman biri bir şeyleri farklı ve başarılı bir şekilde yapmaya kalksa, hemen arkasından bir homurdanma başlar. “Ben olsam daha iyisini yapardım”, “Zaten o projeyi ben yıllar önce düşünmüştüm” ya da “Onun yaptığı ne ki, biz zamanında daha büyüğünü yaptık” cümleleri dört bir yana savrulur. Oysa mesele, geçmişte ne düşündüğünüz değil, şimdi kimin yaptığıdır.
Gerçek büyüklük, yapılmışa sahip çıkmak değil, yapılana omuz vermektir.
Bir başkası sizin düşünemediğinizi, planlayamadığınızı, hayata geçiremediğinizi yapıyorsa... Kıskanmak yerine destek olacaksınız. Çünkü toplum olarak yükseleceksek, bu birbirimizin arkasından konuşarak değil, birbirimizin arkasında durarak olacaktır.
Siyasi hayat da bu gerçeğin en net göründüğü alandır.
Bir köyde, bir ilçede, bir şehirde bir insan çıkar; bir hizmet getirir, bir açılış yapar, bir yol gösterir. Hemen ardından dedikodu kazanı kaynar: “O yapmadı, danışmanı yaptı.” “Zaten belediye yaptı.” “Şov yapıyor.”
Peki siz niye yapmadınız?
Madem bu kadar biliyordunuz, madem bu kadar cesur ve yetenekliydiniz, neden sizden önce o kişi yaptı?
İşte bu soruyla yüzleşemeyen insan, büyüyemez. Sadece çevresini küçültür.
Bugün siyasette kavga, gürültü, çekişme çok... Ama üretim, çözüm, iş birliği az.
Çünkü başarıyı sahiplenme, kıskanma ve engelleme refleksi daha güçlü çalışıyor.
Hâlbuki birbirimizi tamamlamak mümkün. Sen bir fikir üretirsin, o başka biri uygular.
Bu seni değersizleştirmez. Aksine, fikirlerin hayata geçmiş olması seni güçlü yapar.
Bakın tarihimize…
Mustafa Kemal Atatürk, sadece düşmanı yenen bir komutan değil; yetenekli insanları etrafında toplamayı bilen bir liderdi. İsmet İnönü’süz, Kazım Karabekir’siz, Fevzi Çakmak’sız bir zafer düşünülebilir mi?
Birlikte yükseldiler çünkü biri diğerinin önünü kesmedi.
Bir diğeri kadar başarılı olamamış olsa da, engellemedi.
Bunun adı büyüklüktür.
Bugün ülkemizin en büyük sorunlarından biri de bu aslında:
Küçük hesaplar, büyük hedefleri boğuyor.
Küçük adamlar, büyük adamlara tahammül edemiyor.
Büyük laf edenler, küçük işlerle uğraşıyor.
Oysa olması gereken şu:
Bir başkası sizden önce bir adım attıysa, ona destek vereceksiniz.
Yaptığı iyiyse, onunla birlikte alkışlayacaksınız.
Yarın bir gün size sıra geldiğinde, toplum da sizin önünüzü açacak.
Çünkü iyi niyeti ve adaleti gören halk, gerçek büyüklüğü ayırt eder.
Bir köyde bir genç, okul yaptırıyorsa;
Bir şehirde bir iş insanı, istihdam sağlıyorsa;
Bir mahallede bir kadın, çocuklar için kütüphane açıyorsa...
“Ben yapmadım” diye kıskanmayacaksınız.
“Ne güzel yapmış” deyip destek olacaksınız.
Ve en önemlisi:
“Ben neden düşünemedim, neden yapamadım?” diye kendinize soracaksınız.
İşte o gün büyümeye başlamışsınız demektir.
Sonuç olarak şunu unutmayalım:
Başkasının başarısına omuz vermeyen, kendi yükseldiğinde omuz arar ama bulamaz.
Gerçek büyüklük, yalnızca kendini değil, çevresini de yüceltenin işidir.
Siyasette, toplumda, hatta hayatın her alanında büyüklüğün ölçüsü bellidir:
Yapılana destek, yapılmayana öz eleştiridir.
Bu yazı bir öğüt değil, bir aynadır.
Bakan kendini görsün, hisseden ders alsın diye...