İlhami İNCEÖZ


AKSARAY TABULARI YIKMALI 7

TARİHİ DEĞİL ‘’TABULARI YIKMALI’’ 7 DİYORUZ!


AKSARAY TABULARI YIKMALI 7

TARİHİ DEĞİL ‘’TABULARI YIKMALI’’ 7 DİYORUZ!

 

BİZ TARİHİ ÇİKİ-LATTE’Lİ,  KÜP PATATESLİ, ŞEMSİYELİ SEVERİZ!

TARİHİ YANICI MADDE DEPOSU 1920’lerde şimdiki kuyumcular çarşısının içinde bir yerlerdedir. Ben bilmem, hatırlamam, bilenler biliyordur. Çarşı içinde eski yanıcı madde deposu 1937 yılında Ekim ayında, ani bir yangında mahvolunca, onun yerine yenisi yapılır. 1 sene sonra belediyenin azmiyle, 7 bin liraya, 10 bin liralık taş bir bina diktirilir. Yapandan, bağışlayandan Allah razı olsun! Aksaraylı olarak, o dönemler 3 bin lira kârdayız! Şükür!

A.Hikmet Onat’tan sonra vilayetten kazaya düşürülen Aksaray’da ilk Kaymakam olarak Çorlu’dan 31 Mayıs 1933 tarihinde Aksaray’a atanan Selâhattin Bey görev yapmıştır. 1938 yılı Nisan ayına kadar Selahattin Bey Kaymakam’dır. Ve bu süre zarfında farklı dönemlerde, Selahattin Bey, yaklaşık 2 sene kadar da belediye başkanlığına vekaleten bakmıştır. Yine bu dönemlerde Belediye başkanlığı görevinde bulunan Muhittin PEREK, 10 Mart 1936 ile 26 Kasım 1938 tarihleri arasında başkanlık yapmıştır. Perek, yedek subay olarak ihtiyat askerliğini yapmaya gittiğinde, başkanlıkta kısa sürelerle vekâleten Hasan Atay ve H. İbrahim Perek de bulunmuştur. Ardından da belediye başkanlığı görevini 1938’de Ali Gürün teslim almıştır. (Muhittin Perek’in görev süresi internette 1934-1938 olarak belirtilmektedir, doğrusunu bilenler, bilir, ben bilmiyorum. Bildiğim yukarıdadır.)

Olduğu noktadaki kullanım itibariyle, göze batan bir yerde olan Yanıcı madde deposu, çarşı içindeki yerinde, esnaflar için büyük tehlike arz ediyordur. Ulusal gazetelere de zaten, eski olduğu ve bakım gerektirdiğini, sürekli yangın tehlikesi ihtiva ettiğini Aksaraylı gazeteciler de, Ankara ve Konya’dakilere, telgraf ya da telefon yoluyla sürekli haberleştiriyordur. Belki ödenek alabilmek için, belki ilgi alaka görmesi için… Tabii binanın bir de şu tedirginlik yönü var, içinde dinamite kadar olan bir binayı, kim yakınında ister ki? Üstelik başında sadece bir bekçi ya da bir görevli bırakmışken…

Daima beklenen bu yangın ve patlama tehlikesi, 1936 yılında görevde bulunan Muhittin Perek ve 1938 yılında görevi ondan devir alacak olan Bayram Ali Gürün tarafından da, elbet biliniyordu. Zaten gerekli tedbirler, bakım da o günün şartlarında elden geldiğinceydi.

Nitekim 1937 yılında, bir şekilde kıvılcım bulup, depoda birşeyler-oluklar tutuştu, çatıya sıçradı ve depo yandı. Yangından sonra Taşpazar mahallesinde, yeni yerinde, yenisinin yapımına başlandığı gibi, bitmesi de çok sürmedi. 1938’de yukarda bahsettiğim yenisi açıldı. Depo tamamen oraya taşındı. 

Sonraları da, yakın dönem de Yanıcı Madde deposu yeni ve son yerindeyken, İtfaiye de Eski Terminal karşısında, Hâl’e bitişik idi. Yani şimdiki Selçuklu Parkı-Migros arasında…

 

Bu arada şunu da hatırlatayım…Aksaray il olduktan sonra bizde bazı şeyler değişti. Bazı şeyler hiç değişmedi. İtfaiye’nin yeri, depo yerleri değişti, örneğin, farklı üniteler eklendi ama araçlarının sayıca azlığı, araçların bakımsızlığı, malzemelerinin yetersizliği, personelin eksikliği, Aksaray’da itfaiyenin kurulduğu günden beri, nadir dönemler hariç, hep azdı ve seviyece neredeyse hep aynıydı. Ama her fırsatta İtfaiye ve olan personeli, yoklandı, eksik-fazla soruldu, pozlar verildi, gidildi ve modern ilgisizlik haliyle, hep halı altına süpürüldü… Bunun hakkında da anlatacak çok şeyler var ama neyse, mevzumuz depo… İtfaiye’nin lüzumsuz-gereksiz ihtiyaçları değil… Yanıcı Madde Deposunun yeri halk olarak bildiğimiz kadarıyla hiç değişmedi.

Yanıcı madde deposu binası 1989’dan sonra boşaltılıp yenilenince, bakımsız kalmasın ve yaşatılsın diye, hem de halkın bir eksiği giderilsin düşüncesiyle belediyece yan tarafına TİYATRO BİNASI yapıldı. Bir tarafta yanıcı madde deposu var iken, bir tarafında da tiyatro binası oldu, hatırlarsınız, hatırlıyoruz. Hatırlamıyorsanız da bir daha gidin bakın! O zamanlar bu salon bize, şimdi ki modern kültür merkezi kadar büyük, ferah ve geniş gelen bir işti. Tiyatro oyunlarımızı öğrenci iken burada en az 350-400 kadar kişiye, 2 sene boyunca, bu eski salon da oynadık. Salonu bize hem prova, hem oyunlar için cüz’i bir parayla belediye kültür işlerinden ayarlayan (Allah Ondan Razı olsun) yanlış hatırlamıyorsam Dekanımız sayın Halit Kazım Somuncuoğlu da, 1999-2001 yılları arası bizi bu salonda, takdir ve teşekkürle, her oyunda ön sıradan izlemiştir. 

Örneğin, o dönemler kolay mı, azılı solcu bilinen Yılmaz Erdoğan’ın Haybeden gerçeküstü konuşmalar kitabını Belediye yanında Boztoprak kitabevinden alıp, içinden seçtiğimiz bölümleri Çehov ve Devekuşu Kabare’den kısımlarla harmanlayıp, muhafazakar Aksaray’da komedi oynuyorsun. Hem de dostluk-arkadaş ortamı kurup, Yüksekokul’a katkımız olsun, adımız duyulsun-bilinsin diye, farklı 2 yıllık bölümlerdeki 25 farklı memleketten, her görüşten ve her tipten, birbirine dostça bağlı öğrencilerle… Bu arada, Ülkü Ocaklarından desteği de Aksaraylı olarak almaya ben gitmiştim. Sağ olsunlar, her gerektiğinde, destek de olmuşlardı… Hele ekipte Aksaraylılar olunca aldığımız, ‘’memleket sizin, arkanızdayız, yola devam!’’ Desteği bile çok şeydi, o dönemki Aksaray için! Bu da ayrı konu ama yeri geldi ya da zorla getirdim, bari hava mı da basıyım dedim! Neyse!

O yıllarda Anadolu’nun hangi iline-ilçesine gitseniz aynı taş bina şeklinde olmasa da, benzer tarzlı binalarla 100 îla 300 kişilik, tiyatro salonları mevcuttur, kullanımdadır zaten. Bizim bu binanın ederi gördüğüm o döneme yakın, diğer il-ilçe gibi yerlerden örnek verirsem eğer, pek çoğunu geçerdi. Nazilli, Kuyucak, Söke, Ezine, Çan, Biga, Gümüşhane, Trabzon, Rize, Çaycuma, Karabük, Silifke, Erdemli, Karataş, Zara, Ödemiş, Torbalı, Buca, Menemen, Karaman, Ereğli, Z.Ereğli, Hakkari, Bitlis, Bingöl, Muş, Kilis, Doğubeyazıt, Ağrı, Artvin, M.Kemalpaşa, Nilüfer, Dalaman, Yatağan, Menemen, Tire, Kiraz, Ahmetli, Salihli, Turgutlu, Batman, Silopi, Osmaniye, gibi saymadığım daha pek çoğunun tiyatro salonları o dönemler en fazla bizimki kadardır. 

Ve bundan 15 sene önce dahi, 2010-2012 dönemlerinde saydıklarımdan çoğunun-hepsinin ederi, ancak bu seviyeler kadardı. Bu örnek saydıklarımdan çoğundan fazla koltuklu, çoğundan da alan olarak bizim bina daha yeni, yeterli, ferah ve büyüktü. 

Yeni modern Kültür merkezimiz 2011-2012 gibi yapılınca, e tabi, küçük tiyatro binasına gerek kalmadı. Haklılar! Modern Kültür Merkezimiz de ilk yapıldığı günler de, Allah var, Türkiye’nin nice ilinde, ilçesinde olmayan nadide salonlardandı. Halen, tek eksiği belki de, her yıl, neredeyse her gün o salonu dolduracak kadar kültür, sanat etkinliği yapılmamasıdır ya da yapılamamasıdır bugüne kadar. Son yıllarda, ne kadar, ne tür etkinlikler yapılıyor onu da ben çok bilmiyorum. Onu da bilenler takip etsin, ben artık, yıllardır takibinde değilim…

Koca ve modern özelliklerle donanmış salonu, her etkinliğe tahsis edemeyiz, malum. Hem belki 300 kişiden az katılımla izlenecekse de, istersek onu da, gerekirse tahsis edebiliriz, bu da var. Nasılsa binamız modern ve var. Halktan da zaten hiçbir zaman, tiyatro-suzluktan, Türk müziği konseri-sizlikten, izleyecek gösterisizlikten kudurduk, öldük, talepleri gelmiyordur herhalde. ASÜ gençlerinin tiyatro oyunlarını, gösterilerini izleyeme--meksizlikten yanıyoruz, bitiyoruz, kavrulduk ölüyoruz gibi, bir istek de yoktur zaten. N’apsın son yirmi yıllık belediyemiz ve başkanlarımız? Açsa dert, kapatsa dert. Yıksa dert, korusa dert! Kiralasa dert, satsa dert! Alın sizin olsun dese dert, demese zaten dert! Baksa dert, bakmasa dert! Ben son yirmi yılın başkanlarından oluyum, ilk günden çıldırırdım!

Neyse. Tarihi Bina yanındaki tiyatro binasının kapısına ‘’İhtiyaç Fazlasından’’ kilit vuruldu. Sonraları, -bunun da tam tarihini bilmiyorum-Bilmem ne markasına, Tarihi binanın yanındaki ek müştemilat mı denir, eski Tiyatro mu denir, o sonradan yapılan tarafı işte, modern bir Cafe’ye kiralandı ya da kiralanmış epeydir. Markası ‘’Hangır, mangır’’ gibi bir şey, neyse işte adı. İşler yolunda işte, tıngır mıngır… neyse! ( Bu arada onun gibi bir adı olan yer de, belli ki Latteli, matteli, çikiletalı,  küp patateslidir herhalde… Haa,’’Çohh da uzun oturup, masa donatacak kadar şeeeiitmeyin yani, bunun hesabı da var!’’ Az uz ödemeyeceksinizdir belki! Di mi?) 

Peki ya, o tarihi bina yanındaki tiyatro alanı daha farklı değerlendirile bilir miydi? Belki de? 

Aksaray’ın tüm okul ve liselerine küçük oyunlar için, mezuniyet törenleri için, daima hazır surette cep tiyatrosu gibi, 300-350 kişilik programlar için kullanılabilirdi. Bir şekilde faal olarak kalabilirdi yani. Belki yıl boyu, her daim küçük etkinlikler için hazırda tutulan, ufak çaplı bir müze yahut sergi salonu olarak… Farklı şekillerde de değerlendirilebilirdi. Belki ASÜ gençlerine hem tiyatro, hem konser salonu gibi tahsis edilip daimi üniversite kullanımına ve korumasına verilebilirdi… Ya da belediyenin kendisi için, her ay belediye tiyatro ekibinin ufak gösteriler oynadığı-yaptığı bir yer olabilirdi. Sabit oyunlar, sabit seanslar gibi…  Bakımı vesairesi yapıldıktan sonra tabi… 

Tabii büyük halkımızın ‘’Böyük’’ ilgi ve alakası olsaydı, böyle kültür-sanat etkinliği gibi şeylere… Çok da seversiniz gerçi tiyatroyu, edebiyatı, sanatı, kültürü, kitap okumayı, kitap peşinde koşmayı, bilgiyi havada kapmayı, tarihim diye didinmeyi, Aksaray tarihine sahip çıkmayı… Tabii, tabii… Gerçekten sevenlere lafımız yok, İyiler her zaman bu tür yargılardan münezzehtir, bilirsiniz… Ama hiç öyle, orta yerde, alenen, misal kitap fuarlarında, tiyatro etkinliklerinde filan; sevdiğinizi HALK OLARAK takdir ve teşekkürle asla, katiyetle, pek göstermiyorsunuz gerçi! O da var! Uzatmayayım, kimseye, kırılacağı kötü sözümüz yok, elde olan bu, yapacak bir şeyimiz de yok!

Tarihi o binayı, on-onbeş yıl içinde- ya da sonrası mı olur bilmem, bir gece yangınla mahvolup gideceği ya da baktığımız halde yine de bakımsızlıktan dökülmeye başladığını konuşacağımız o ân’a kadar korkuyla bekliyorum. Onu da kaldırıp, yeni camlardan, süslü mermerlerden bir bina ve altına da cafcaflı iki kafe markası kondurduğumuz-kurdurduğumuz günlere dek… Tarihi ya da eski duvarlarına, ŞİMDİ YAN BİNADA olduğu gibi, kaynatılmış demirlerle reklamlı sundurma veya çadırlar sündürülmüş, bahçesindeki mozarelle peynirli menülerle doldurulmuş kuyu manzaralı masalarla görmekteyken, onu konuşmaya pek de gerek yok! Durduk yere tarihten, kendi tarihimizi sevmekten konuşmayalım. Bahsetmeyelim. KENDİMİZİ VE BİRBİRİMİZİ KANDIRMAK, ZORUMUZA GİTMİYOR? Salın gitsin ya, su yatağına insin, her şey rayında gitsin, amaann bize ne! YALANCIKTAN SEVENLER İÇİN DİYORUM, BAK DİKKAT: Şu ''TARİHİMİZİ SEVİYORUZ TABUSUNU YIKALIM GAYRI, KANDIRMAYALIM BİRBİRİMİZİ!''YETER!

Az önce, Tarihi Sevmek dedik ya, Aksaraylı (kimi) Hıdır’lar: Külahı da, bir önüne koyup, dinlemek lazım bazen… Külahın ne dertli olduğunu bir görmek lazım… 

Sizin sevdiklerinize ne yaptığınızı darphane de gördük, şifahane de gördük, şehrin her sokağında bir tane kalmış TAŞKONAK’larda, tel tel cam cam, duvar duvar gördük. Bazı modern Hıdır’lar sayesinde de, Tarihi taş konakların restore edilerek, ışıltılı restoranlar olarak Valiler, bakanlar, vekiller ağırladığını da yalnız günümüzde değil, her dem gördük! (Kötü mü, yok değil elbet! İlgisiz, bakımsız kalmasından iyidir, kızamıyoruz da kimi modern Hıdır’lara!)

Ahh (kimi) Hıdırlar ahh! Seversiniz, severiz tarihi, tarih için, Aksaray için sevmekten ölürsünüz Hıdırlar! Biz birbirimizi biliriz işte, kültür-tarih severiz diye poza durmayın, pozlanmayın boşa! Vukuatımız az uz değil, bir iki değil ki! Selime’nin kayalarına, Ihlara’nın tarihi kiliselerine, Güzelyurt’un bin yıllık kiliselerine ‘’ölmesin-unutulmasın’’ diye eksik etekli, sümüklü kızların adlarını, grafitiden müteşekkil platonik sevdanızı, koca koca bozuk Türkçeyle yazdığınızı, hatta yepyeni devlet okulu duvarlarındaki karalamalarınızdan, kirli ellerinizden, izlerinizden biliriz… Tertemiz, süslenmiş trafo duvarlarından, resmi kurum duvarlarından, boş bina duvarlarından çok iyi de biliriz… Yine tarihi sevdiğinizi, Ihlara ve civar bölgede kilise fresklerine ve süslü duvarlarına yaptıklarınızdan unutmadık, biliriz! 

Belediyenin açtığı mangal çiftliklerinde, ne arabaya, ne kendinize yer ve masa bulamıyorsunuz fakat yine CİRLOP gibi Müze’nin önü de, içi de, park yeri de bomboş! Resmi bayramlar, belgesel vs. çekimleri de olmasa kalabalık nedir göremeyecek. Müze personeli kendi kendilerine çay ikram etsin, müzeyi gezsin, otursun, tarihi anlatsınlar birbirlerine, diye mi kurduk acaba? Bu da var? Ha bir de şu var! Dedelerimizin tarihi, AKSARAY müzesinin içinde de değil, avlusunda! Açıkta, sundurma altında, 200-250 tane kadar taş, kayda girmek açıklanmak okunmak için,  ziyaret için bekliyor. Korkmayın! İlla, okuyup, ‘’alın müzeciler, ben okudum, çevirdim!’’ demeniz gerekmiyor. Görmeye gidin bari, yılda bir olsun, bu topraklarda yaşamış rahmetli onca insanın ya da dedenizin okuyamadığınız taşını. Müze personelini de, devletimizi de icon-nomos-ekonomik olarak sevindirin. Bari yad etmek için görmeye gidin de, nerde olduğunu bilin ervahtan taşınan rahmetli DEDELERİMİZİN TARİHİNİN! 

 

Tarihinizi, kültürünüzü sevdiğinizi biliyoruz ama hiç öyle alenen göstermiyorsunuz, Aksaraylı çoğu (atasözündeki) Hıdırlar! Sevenlere, anlatanlara, öğretmeye öğrenmeye çabalayanlara gösterdiğiniz ilgi alakadan da, çok iyi tanıyoruz sizi… Yapman, etmen böyle! Latteli mi, küp patatesli mi, çikiletalı mı olsun, sizin sevip koruyabilmeniz için? Sevenleri de takdir edebilmeniz, teşekkür edebilmeniz, destekleye bilmeniz için! Yıkana, kirletene, devirene, bozana da itiraz edebilmeniz için? Nerde eksiğiz, nerde fazlayız, siz söyleyin, size KENDİ TARİHİNİZİ sevdirebilmek, koruyabilmek için? Ne yapalım? (Yeni nesile kurban oluyum şahsen! Neredeyse son yirmi senenin çocukları BİZİM gibi cahil değil, ben onlardan umutluyum, bizden akıllı, bizden duyarlı, çevresine de, öz değerlerine de! Onlar bu sohbetten hep münezzehti! Her neslin kötüleri, bu muhabbete hep dahil ama!)

Cancanlı, vanilyalı bir fikiri de, bir daha verip çıkayım, yeter! İster küfredin, ister dinsiz, ateist, cahil deyin! Gram umrumda olmaz! Kırk Hıdır’ız işte biz, kırkımız da, birbirimizi körken bile, biliriz. Halimiz budur! Elimizden gelen de, belki sadece budur!

Ama (KİMİ) HIDIRLAR, SİZ TARİHİNİZİ SEVMEZSİNİZ! Sadece, ONDAN boş boş, BAHSETMEYİ SEVİYORSUNUZ! Konuşmaya geldi mi, ‘’Yok tarihimiz, var tarihimiz! O tarihimiz! Bu tarihimiz!’’  Yav, Sen kendi tarihini sevmezsin, kandırma bizi (kimi) Hıdır!

Tavuk attığın mangal da, konuştun mu yalandan tarihsel bir kül kalmıyor. İkiyüzlülük değil mi bu yaptığımız! Yeter!